Hayat bir masal dostlar…
Herkes kendi masalının kahramanı…
Hani derler ya bütün insanların yeniden dünyaya gelmesi söz konusu olsa herkes tekrar kendi aklını seçer. İç dünyasını şekillendiren insanoğlu, kendince bilerek hata yapmaz. Davranışlarının tümünü doğru ve yerinde kabul ederek günlük yaşantısında uygular.
Kişi kendi masalının kahramanı olunca buradaki bütün kötüleri yok eder. Artık kurduğu dünyasında iyilerin galip geldiği, kötülerin cezalandırıldığı renkli bir âlem vardır. Kendi masalında, kendi dünyasını kuran kahramanlar…
Her birimiz yalnız kaldığımızda çözemediğimiz sorun yenemediğimiz düşman kalmaz. Ben de öyleyim. Yalnız kalınca kendi masalımda herkesin huzurlu ve mutlu yaşadığı dünyamı kurarım. Haksızlıklara izin vermem. Ne yazık ki yaşadığımız şehrin sokaklarında birçok haksızlığa şahit oluruz ve bunları çözemeyiz. Şair ve yazarlar karşılaştıkları bu durumdan sonra iyice içe kapanır, kendi masallarını yazmaya devam ederler.
Şair, yazdığı her şiirinde kendi dünyasından söz etmeye devam eder. Diğer yazı türlerine göre şiir, şairin iç dünyasını daha çok yansıtır. Yaşadığı toplumun sözcüsü olan şair; onların mutlu, sevinçli, hüzünlü anlarını dile getirir.
Toplumlar için her kelime kendi medeniyetinin bir kalesidir. Bu nedenle kalelerin yaşatılması gerekir. Gelişen ve değişen teknolojik hayatın bazı varlıkları ortadan kaldırmasıyla onların karşılığı olan kelimelerin de yok olacağı bir gerçektir. Bu nedenle şairin görevlerinden biri de eserlerinde yerel kelimeleri kullanarak onları yok olmaktan kurtarmaktır.
Şiirde kullanılan dil, şairin yaşadığı toplumun rahatça anlayabileceği şekilde olmalı. Pınarın kaynağından çıkan su gibi temiz, berrak ve akıcı bir dil… Anasından emdiği ak süt gibi temiz ve kutsal bir dil, şairi daha anlaşılır kılar.
Elbette şair kendine özgü yeni kelimeler türetebilir. Edebiyat dünyasında kendisini hatırlatacak benzetmeler, buluşlar, imgeler ve yeni kelimeler yapabilir. Yeni kaybettiğimiz Abdurrahim Karakoç’un “Lambada titreyen alev üşüyor” dizesi nasıl onu edebiyatın başköşesine oturtmuş ise her şairin de kendine özgü söyleyiş biçimi olmalıdır. Düşünür, yazar, şair olmanın gereği de bu değil midir? Birilerinin söylediklerini tekrarlayarak nereye kadar gidilebilir? Yalın, açık, anlaşılır olmak sanatlı söyleyişten uzak durmak anlamına gelmez. Edebi sanatlar ve sanatsal ifadeler şiiri anlaşılır olmaktan çıkarmamalıdır. Şair odur ki iki tanıdık kelimeye koca dünyayı sığdırsın.
Şair, söylemek istediklerini okuyucusunu etkilemek için belli biçimlerde sunabilir. Beyit, kıta, bent duygu ve düşüncenin sunum kablarıdır.
Hangi biçim içerisinde yazılırsa yazılsın kafiye şiirin tadı, tuzu, biberi, baharatıdır. Şiirin şifresidir. Şiire lezzet verdiği gibi akılda kalıcılığını da artırır.
Aruz ya da hece ölçüsü şairin ustalığının göstergesi sayılabilir. Ancak serbest ölçüde şiir yazmanın farklı bir ustalık gerektirdiği unutulmamalıdır.
Biçim, kafiye ve vezin açısından serbest olan şiirler, duygu ve düşünceleri kalıba girmekten kurtarır mı? Ya da ölçülü ve belli biçimde yazılan şiirler, şairin ve şiirin özgürlüğünü kısıtlar mı? Bu durum farklı açılardan tartışılabilir. Ancak ben herkesin beğendiği çizgide, kendisini en özgür hissedebildiği tarzda eser vermesinden yanayım. Önemli olan, insanı diğer canlılardan ayıran duygu ve düşüncenin okuyucuya sunulmasıdır.
Yazarken kendi sevdamın ve dünyamın beyaz atlı prensi olurum. Söylemek istediklerimi hangi ölçüde ve hangi biçimde ifade edebilecek isem onu kullanırım. Şiirde duygularımı en coşkun biçimde nasıl aktarabilirsem benim için gerekli olan tarz odur, onu kullanırım. Şiirlerime bu açıdan bakılırsa daha anlaşılır olacağını düşünüyorum.
Saygılarımla…